Bir zamanlar
Türk kültüründe Dede Korkut diye bir bilge kişi vardı. Başka medeniyetlerin de
benzer bilgeleri olurdu. İnsanlar çözemedikleri konuları danışmak üzere bu
bilgelere ihtiyaç duyarlardı. Devlet adamları da doğruyu bulmak için bu
kimselere danışırlar ve politikalarını üretirlerdi. Bu bilgeliklerden çıkan
değerler ortak değer oluşturur, toplumu bir arada tutar, böylece medeniyet
devam ederdi. Bu dönemde ekonomik değişim aracı altın idi…
Derken
17. yüzyıl sonunda kâğıt para icat olmuş, 20. yüzyıl başından itibaren, bir
akıl paranın asıl gücünü keşfetmiş. Üzerine bazı özel şekiller çizilerek elde
edilen bu kâğıt parçasını altının temsilcisi ilan etmiş. Üzerine rakam yazarak
kaç gram altına karşılık geldiğini belirlemiş ve dünya altınlarını bu kâğıt
karşılığında toplamış. Matbaada harcadığı 1 dakikalık emek ile bir köyün bir
yıllık ürününü elinden alabileceğini fark etmiş. Sonra proje tutunca
altın-maltın hak getire, istediği kadar basarak dünyada her istediğini, hatta
ülkeleri bile satın almış. Para denen bu kâğıt parçasının bu gücünü gören
insanlar ise bunu ilahlaştırmış, ona tapar hale gelmişler…
Sonra 21.yy başında ‘Dijital Akıl’ dedi ki; “Ey oğul, bildiklerini unut, geçmişe sünger çek, aklını bırak, duygularını sil, doğayı boş ver, inancını terk et, ben sana her şeyin kopyasını vereceğim. Sen ise yerinden kalkmadan rahat yaşamayı öğreneceğin gibi doğaya çıkmadan altın kazıp, dijital para bile basabileceksin. Sonra bu para ile benim kuracağım paralel evrende benim istediklerimi yapacaksın ama sen kendin istediğini zannedeceksin.” İnsanoğlu gözünü yumdu, denileni yaptı ve her şeyin sanal olanına oturduğu yerden sahip olmaya başladı…
Sonra 21.yy başında ‘Dijital Akıl’ dedi ki; “Ey oğul, bildiklerini unut, geçmişe sünger çek, aklını bırak, duygularını sil, doğayı boş ver, inancını terk et, ben sana her şeyin kopyasını vereceğim. Sen ise yerinden kalkmadan rahat yaşamayı öğreneceğin gibi doğaya çıkmadan altın kazıp, dijital para bile basabileceksin. Sonra bu para ile benim kuracağım paralel evrende benim istediklerimi yapacaksın ama sen kendin istediğini zannedeceksin.” İnsanoğlu gözünü yumdu, denileni yaptı ve her şeyin sanal olanına oturduğu yerden sahip olmaya başladı…
Bunun adı
Yeni Dünya Düzeni idi. Sürecin adı da Dijital Devrim! Bu düzende, para ve inanç
üzerinden birileri yaşamın sanal kopyasını yapıyordu. Aynen altından kâğıt
paraya, oradan da dijital paraya geçiş gibi, tüm değerlerin de kopyası, yani
sanalı oluşturuluyordu. Yeni ortak inanç değerleri tek tip insanı hedefliyor,
bu değerleri yaymak üzere, bir de “Sanal Bilge” aranıyordu. İşte o bilge ‘Şeyh
Google Efendi’ dir. Çoğumuz Google müridi olmuşuz. Bizler, ona sormadan ne bir
şey bilebiliyoruz, ne bir karar alabiliyoruz, ne de yönümüzü bulabiliyoruz.
Verdiği bilgileri doğru kabul ediyoruz. Diz boyu teslimiyet içindeyiz! Mars’ta
yaşam var dese de inanıyoruz, yok dese de. Hem yönetenler, hem yönetilenler
aynı efendiye danışıyor, o da kendi efendisinin istediği şekilde bilgi veriyor.
Böylece tüm insanlığa ‘Yeni Dünya Düzeni’ nin ortak inanç değerlerini aşılıyor.
Algımızı yöneten odur, farkında olalım ya da olmayalım…
Diyebilirsiniz
ki; “Google’suz mu yaşayalım?” Elbette hayır! Hayatımızı kolaylaştırdığını
söylememek inatçılık olur. Peki, ne o zaman? Şu; Google ve yan ürünleri (Diğer
sosyal medya araçlarının da aynı elden beslendiğini görebiliyoruz) o kadar
içimize girdi ki, iç çamaşırımızın rengini bile söyleyecek durumda. Mahremiyet ortadan
kalktı. Çoluğunuzla çocuğunuzla, ne yediğiniz, ne içtiğiniz, neyi sevip neyi
sevmediğiniz, üç aşağı beş yukarı hangi siyasi görüşte olduğunuz, hatta varsa
gizli ilişkileriniz, gizli hesaplarınız aklınıza ne geliyorsa birilerinin
bildiğini düşünün… Her taraf kamera doldu. Uzaydaki uydu kamerasından bir
aracın plaka numarası bile okunabiliyor artık. Bir evde kamerası olan Tv ve
bilgisayar varsa onun bir “BBG Evi” (Biri Bizi Gözetliyor) olduğunu bilmemiz
gerekir. “Efendim cihazlar şifreli” diyebilirsiniz. O size şifreli, sistemi
kuranlara değil. Sistem komşunuzun internetinden sizin Tv kamerasına ya da
mikrofona kolayca ulaşabilir. Neden bir apartmanda 45 adet kablosuz internet
vericisi olduğunu bir düşünün… Her katta, hatta apartmanda, hatta sitede tek bir
verici olabilirdi, teknoloji müsait, ama öyle değil. Kontrol, kontrol, kontrol…
Yapay zekâ denen şeyin oluşumuna tanık oluyoruz…
Yaşamın
tamamının bilgisayarlar (Yapay zekâ) ile kontrol edileceği bir çağa doğru
ilerliyoruz. Mesela “Yüz tanıma programı” herkesin kullanımına sunuldu. Artık
havayolları şirketleri sizi cep telefonunuzdan tanıyor. Cepten işlem yaparsanız
indirim yapanlar bile var. Sıra beklemeden yapılan hızlı geçişi şimdiden ilave
ücretle yapabiliyorsunuz. Gümrük geçişlerinde kısa zaman içinde “yüz tanıma”
cihazları sayesinde pasaportsuz geçmeniz an meselesi. Pasaportsuz geçişin dip
anlamı, devlet otoritesinin yerini “Yapay zekâ” nın alması demektir. Yani
gelecek te devletiniz pasaport, karşı devlet te vize vermese bile, yapay zekâ
onaylıyor ve dijital para kullanıyorsanız, rahatça geçiş yapabileceksiniz
demektir… Geleceği böyle okuyorum…Şubat 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder