Kanal Polemiği-1


01.01.2020
Kamuoyumuz yine meşgul, bu defa kanal polemik konusu oldu. Özü 'İstanbul'a kanal yapılsın mı, yapılmasın mı?'. Savunanlar, ekonomi için faydalı, doğaya zararlı değil, ebatları uygun diyor, karşı çıkanlar doğaya zararlı, ekonomiye faydasız ve ebatları uygun değil diyorlar kısaca... 
Bilgi aldığım site doğruysa, proje uzunluğu 45 km, derinliği 25 m, yüzey genişliği 90-150m, taban genişliği 125m, maliyeti 75-84 Milyar TL civarında imiş. 

Karadeniz'deki Karaburun'dan başlayıp Marmara'daki Küçükçekmece Gölü'nde son bulan bu kanalın yapılması sonrasında, yaklaşık 1.000 km2 büyüklüğünde bir İstanbul Adası oluşacak. Belki de burası 'Esas İstanbul' olacak ve artık Balkanlardan kontrol edilemeyecek. Bu kanal İstanbul adasını askeri olarak korumak için doğal bir engel gibi de kullanılabilir, savunma bu konsepte dayandırılabilir...
İstanbul Kanalı ilk defa Suriye'nin karıştığı 2011 yılında duyuldu. 2013 yılında güzergah açıklandı, aynı yıl Gezi ve Arap Baharı olayları ile Türkiye ve Mısır hükumetlerine   kast edildi,  ortak payda kanallardır. Bu iki geçit te (Süveyş ve İstanbul) İpek Yolu için gerekli. 20 Temmuz 2016’da Montrö’nün 4’ncü 20 yıllık dönemi sona erecekken 15 Temmuz 2016’da ise Türkiye'de işgal girişimi oldu, ne var ki girişim engellendi. Bu yaklaşım konuyu biraz derinleştiriyor...
Süveyş Kanalı bilindiği gibi Mısır'da bulunuyor ve Akdeniz - Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu arasında bir geçittir. Bu kanalın yapımına 1859'da başlanmış ve 1869 yılında tamamlanmış. Uzunluğu 163 km, derinliği 21 m, (İlk başta 7,6 m imiş), yüzey genişliği 90 m, taban genişliği 22m. O zaman 100 Milyon Dolara mal olmuş ve 1888 İstanbul Sözleşmesi ile kurala bağlanmış. (Kural ne olacak emperyal lehine kullanım demek istiyor.) 2013 Gezi kalkışması ile eş zamanlı yapılan Sisi darbesi Süveyş Kanalını İpek Yolu'na kapatmış oldu...
Boğazların statüsü, 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile düzenlenmiş. Kısaca barışta ve savaşta ticari ve askeri gemilerin nasıl geçeceğini düzenliyor. Barışta tüm ticaret gemileri serbest geçiş hakkına sahiptir, Türkiye bedel isteyemez. (Kılavuzluk bedele tabidir). Savaş gemilerinin tonaj ve cins sınırlaması vardır. Denizaltı, Uçak Gemisi ve 10.000 Ton'un üstünde gemiler geçemez. Savaşta Türkiye tarafsız ise ticaret gemileri rahatça geçer ancak savaşanlara yardım etmemelidir, Türkiye taraf ise istediği şekilde davranır. Gündüz-gece ayrımları, Karadenizli olup olmamak, amalar, ancaklar ve fakatlar vs. derken, sözleşme metni tam batının istismar edebileceği türden olmuş. Bu durumda Türkiye'ye düşen görev, 'Rusya bir arıza çıkarırsa ilk darbeyi üstlenmek' oluyor. 1945-1991 Soğuk Savaş Döneminde Türkiye belayı göze alarak, Sovyet Donanmasının boğaz geçişini tıkamakla görevli olmuştu...
Boğaz trafiği 1936 yılında yılda 3.000 gemi iken günümüzde bu sayı 25.000'e ulaşmış ve 2050 yılında 100.000 olması bekleniyor. Bazı kaynaklar iddia etse de Boğazlar Türk hakimiyetinde değildir çünkü biz karar veremiyoruz, yoksa niye bir anlaşmaya bağlansın? Türkiye sahibi değil trafik görevlisi ve muhafızı konumundadır, çünkü sözleşme metnini emperyal güçler yazmıştır. Diğer yandan günümüzde üretilen gemilerin cins ve tonajları 1936 Montrö tanımlarına uymamaktadır. Bu ya sözleşmenin yenilenmesini ya da alternatif geçişi gerektirmektedir. Bu alternatif Türkiye’yi hem Rusya baskısından, hem de batının 'anlaşmaya uy' tehdidinden kurtarır. Açılırsa Rusya Akdeniz'e rahat geçer ve orada iş değişir, Türkiye tampon olmaktan kurtulur, Akdeniz’in siyasi, ticari ve de askeri dengeleri değişir, batı için asıl sıkıntı budur... (Devamı var...)


Hiç yorum yok: