Sanırım 2007’de idi, moda bir laf türemişti; ‘mahalle baskısı’. O zaman o kadar
meşhur olmuştu ki, entelektüel tayfa bunu diline dolamış ve her konuşmanın
arasına sıkıştırarak aferin alma yarışına girilmişti. Mahalle baskısı denen şey
konu komşu ile birlikte ayakta tuttuğunuz ortak değerler idi ve buna göre kendinize
çeki düzen verirdiniz değilse toplumda istenmeyen kişi olurdunuz. Bu durum ‘mahalle baskısı’ olarak sunuldu ve
tuttu da. Oysa biz binlerce yıldır, komşumuzu el üstünde tuttuk, güven
duygusunu komşu ile pekiştirdik, komşusu aç iken tok uyuyan bizden olmadı,
dayanışma ile zor anları atlatabildik. Yıllarca batıda kişi başı 100 Dolarlık eksilme
sosyal bir çöküş yaşatırken bizde kişi başı 1.000 Dolarlık eksilmeler yaprak
bile kıpırdatamadı çünkü komşu dayanışması vardı, bu bir toplumsal bağ idi ama çözüldü
gitti…
Komşuluk değerleri kimlikle de ilgilidir. Doğumla
başlayan kimlik örme süreci, 7’den önce evde ve mahallede, 7’den sonra hem ev,
hem mahalle, hem de okulda şekillenirdi. Bu zincirin ‘komşu’ halkası silindi,
çünkü artık komşuyu tanımıyoruz. Çevremde ergen ve gençlerden sıkça duyuyorum: ‘Ben özgürüm, kimse bana karışamaz.’ Aslında
karışır: Hırsız karışır, dolandırıcı karışır, tinerci karışır, psikopat
karışır, terörist karışır, reklamcı karışır, propagandacı karışır, misyonerler
karışır, alkol karışır, uyuşturucu karışır en nihayetinde polis, jandarma ve
hukuk karışır. Karışamayan tek kesim aile, okul ve komşulardır, bunu sağlayan
da sosyal medyadır...
Eskiden de ‘ben özgürüm, kimse bana karışmasın’
denirdi ama arada fark var, o da tek kelimeyle yeni özgürlük kavramındaki ‘kuralsızlık’, yani ‘rastgele’ mantığıdır. Önceki özgürlük modelinde ‘Ben şu mesleği seçmek istiyorum, bana
karışmayın’ derdik ama aile, toplum, okul, milli ve dini değerleri bir
kenara koyamazdık. Yani bazı disiplinlerin gereklerini kabul eder, sadece uygulamada
fark yaratırdık. Fakat değişim son yıllarda öyle bir yere geldi ki, ‘Ben özgürüm, bana karışmayın’ dan sonra hiçbir
şey yok. Sadece ‘özgürüm’ var gerisi boşluk. Ötesi, dış uyaranların insafına
bağlı ve onun yönünü de kimse kestiremiyor. Bu hedefsizliğin ortaya koyduğu
boşluğu, 7/24 sosyal medya takibi dolduruyor. Bu dış uyaran ise kişinin o an kendini
nasıl hissedip nasıl davranması gerektiğini belirliyor. O hale geldi ki dış
uyaran (sosyal medya) olmadan kişi düşünemez ve yorum yapamaz oldu. Mahalle
değerleri söndü, boşluğu sanal âlem doldurdu. İnsan, önceden akıl, bilinç, zekâ,
dürtü, ihtiyaçlar, bilinçdışı kayıtlar, tecrübeler ve kök inançlarının hepsini
bir harmanlayarak karar verirdi. Şimdi ise insan sadece dürtü ve doyumsuz
ihtiyaçlarının peşinde koşuyor, karar bile vermiyor çünkü onun adına karar
veren var zaten. Mesela şimdi tuhaf bir moda çıktı; ‘Kara Cuma (Black Friday)’…
Bu kampanyaya göre siz Cuma günleri alışveriş çılgınlığı yaşamak zorundasınız
çünkü sizin adınıza böyle karar verilmiş. Gidip ihtiyacınız olmayan şeyleri
alacaksınız ve yarışacaksınız, hedef bu. Bir de bazı Tv programları haber adı
altında körüklüyor, eğer alışverişe gitmediyseniz kendinizi kötü hissetmenizi aşılıyor…
Bugünlerde hem çok şey istiyoruz hem de bir
hedefimiz yok, nasıl olacaksa? Evet, öyle bir özgürlük anlayışı türedi ki bu
aslında okyanusta amaçsız yüzmeye benziyor, ne sağı belli, ne solu ne önü ne de
sonu. Yöne bakılmaksızın sürekli yüzülüyor, tam karşılığı ‘Boşlukta yüzmek’ olabilir. Hedef kıyının neresi olduğu hakkında en
ufak bir fikir bile yok. Daha önceleri, böyle boşlukta yüzmeyi uygun bulmayan mahalle
değerleri, insanların tutum ve davranışlarına beklenti ile yön verirdi. ‘Birbirinin yüzüne bakıyor olmak’ büyük
bir yaptırım idi. Bu sayede aileler çocuklarını rahatça oyuna gönderdiler (istisnalar
olmuştur). Bu bir komşu dayanışması idi ve ‘mahalle baskısı’ diyerek
çarpıtıldı, unutturuldu, şimdi yerini ‘sanal
âlem baskısı’ aldı, meğerse bu bir geçiş imiş, yani kandırıldık. Şimdi
küresel baskıyla kimseyi takmadığımızı düşünüyoruz ama aslında fena takıyoruz, bu
kez sanalcıları takıyoruz, şimdi onlar baskılıyor ve özgürlük diye yutturuyorlar.
Sosyologlar bu halimize ‘Sanal âlem
baskısı’ diyemedi, diyemezler çünkü insanın ‘dijital çağın tekil kölesi’ olmaya yüz tuttuğunu itiraf etmek çok
zor bir iş. ‘Mahalle baskısı’ diye
küçümsenen ve aslında toplumumuzu bütün tutan ‘komşuluk değerleri’ bunun önündeki en büyük engeldi ama çözüldü,
dayanışma yok oldu ve ‘tekil kölelik’
yolu açıldı, toplumca manipülasyona açık hale geldik hadi hayırlısı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder